Kara Kedi Tablosu
Bedestende eski ahşaptan yapılmış bir ayakkabıcı dükkânı vardı. Sahibi Molla Eyüp Usta, bedestende yaptığı ayakkabıların kalitesi ve dürüstlüğüyle tanınırdı. O kadar dürüst bir insandı ki işini adaletle ve düzgün yapardı. Bedestende, kendi işini kurnazlıkla yapan meslektaşlarının pabucu dama atılırdı, ama ilginçtir ki bu ayakkabıların hiçbirisi Molla Eyüp Usta’nın elinden çıkmamıştı.
Molla Eyüp Usta, her sabah namazından sonra dükkânını açmaya giderdi. Sabah namazını camide kılmaya özen gösterir, tanıdıklarına da bunun önemini anlatırdı. Çünkü bilirdi ki rızkın dağıtıldığı nurlu sabahlarda Allah’tan yardım istemek ve helal kazançlar için dua etmek en doğrusuydu. Belki de işinin, dürüstlüğünün ve adaletinin sırrı namazdaydı.
Bir sabah, namazdan sonra dükkânına doğru yürüyen Molla Eyüp Usta, yolda esnaf arkadaşlarına selam vererek ilerliyordu. Sisli bir gündü. Dükkânını açtıktan sonra, geçen gün gelen tabanı yırtılmış bir ayakkabıyı tamir etmeye başladı. Bu ayakkabıyı getiren kişinin zevk sahibi olduğu belliydi, ancak neden bu ayakkabıyı tamir ettirmek yerine yenisini almıyordu? Belki de ayakkabının sahibi, verdiği kişinin bir sırrını merak ediyor ve şüpheleniyordu. Molla Eyüp Usta, Kinyas ve Yiğit Ali’ye seslendi:
“Çay getirin de içelim Kinyas, Yiğit Ali sen de koş oğlum, üç simit al gel. Kasada para olmalı.”
Kinyas ve Yiğit Ali:
“Tamam Usta!” diyerek dışarı çıktılar.
Molla Eyüp Usta, kendi çocukları gibi gördüğü bu iki çırağını yanına almıştı. Kimse onlara güvenmezken, o güvenmiş ve yargılamamıştı. Onları sever, güvenirdi. Bildiği her şeyi öğretir, kendi yediğinden ayırmazdı. Çıraklar da bugüne kadar Molla Eyüp Usta’nın güvenini boşa çıkarmadıkları için aralarındaki bağ çok kuvvetlenmişti. İkisi de Hristiyan’dı, ama inançları yüzünden onları yargılamayan ve kendi dinindeki hoşgörüyü de paylaşan bu adama sonsuz saygı ve hürmet duyuyorlardı.
Molla Eyüp Usta, evinin yanına çırakları için küçük bir baraka yaptırmıştı. Hiç erkek çocuğu olmadığı için, çırakları daha doğrusu oğulları, ileride onu temsil edecek kişiler olarak yetişiyordu. Onlara verdiği terbiye ve namusu aktarmaya çalışırdı. Molla Eyüp Usta, kelimelerin ve toplum tarafından dışlanmanın ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu. Babasının kötü alışkanlıkları ve annesiyle her akşam ettiği kavgalar hâlâ zihnindeydi. Belki de bu yüzden seçtiği meslekte ayakkabı dikerken hayatları birleştirdiğini ve iyilik adımları attığını düşünerek dikiyordu.
Molla Eyüp Usta, işiyle bu derece ilgilenirken, Yiğit Ali ve Kinyas içeri girdiler. “Aldık usta,” dediler. Molla Eyüp Usta bir masa ve üç tabure çekti, ardından bir güzel yemeye başladılar. Molla Eyüp Usta:
“Aferin Yiğit Ali, simitleri sıcak almışsın. Çay da nefis olmuş Kinyas oğlum, vallahi sizinle bu yemek o kadar güzel oluyor ki yemekten çok bu ortamın verdiği mutluluk karnımı doyuruyor,” diyerek hafifçe gülümsedi.
Yiğit Ali ve Kinyas da “Afiyet olsun usta, bu bereket senden,” dedikten sonra yemeye başladılar. Tam o sırada, orta yaşlı güzel bir kadın dükkâna girdi. Yiğit Ali hemen ayağa kalkarak:
“Buyurun, ne istemiştiniz?” diye sordu, başı öne eğik bir şekilde. Kadın, elindeki hafif topuklu ayakkabıları göstererek:
“Bunları tamir ettirecektim,” dedi. O sırada dükkânı inceliyordu. Molla Eyüp Usta, kadının niyetinden şüphelendi, besmele çekerek işini aldı ve masasının başına geçti.
Kadın çoktan gitmişti. Kinyas ortalığı toparlarken, Yiğit Ali de ustasından izin alıp dükkânın önüne bir tabure çekip oturmuştu. Aklı gelen kadında, kocaman yeşil gözleri ve siyah saçları vardı. Yıllardır görmediği annesine ne kadar da benziyordu. Kinyas bunu fark etmiş olacak ki, hemen Yiğit Ali’nin yanına oturup omzuna elini koyarak konuşmaya başladı:
“Bu sokağı görüyor musun Ali? Buradaki herkes birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Onları birbirine bağlayan şey inandıkları değerlerdir. Biz buraya geldiğimizde kimse bizi kabul etmedi. Ama ustamız bizi sahiplendi. O bizi sadece çırak değil, oğulları olarak görüyor. İnancımızı sorgulamadı, biz de onun inancını sorgulamayalım Ali.”
Yiğit Ali şaşkınlıkla bakıyordu. Anlam veremediği bir şeyler oluyordu. Yanılgıya düşmenin verdiği şaşkınlıkla yerinden kalktı ve bedestende bir gezintiye çıkacağını söyleyerek dükkândan ayrıldı.
Bu sırada, Molla Eyüp Usta kadının getirdiği ayakkabıları tamir etmeye çalışıyordu. Bir süre sonra bedestende bir gürültü koptu. Bütün esnaf bir ağızdan bağırıyordu:
“Çık dışarı, Molla Eyüp Usta, çık hesap ver!” diye sesleniyorlardı.
Kinyas kapıda durmuş, komşu ağabeylerini sakinleştirmeye çalışıyor, bir yandan da ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Molla Eyüp Usta, ne olup bittiğini anlamasa da elindeki işi bırakıp dışarı çıktı. Berber Yusuf Bey:
“Molla Eyüp Usta, biz seni dürüst bilirdik, ama çırağın bir kadını sıkıştırıp parasını almış. Söyle bakalım, bu çocuğa ne ceza vereceksin?” diyordu. Esnaf da berbere hak veriyor, gürültü artıyordu.
Molla Eyüp Usta, esnafı sakinleştirerek:
“Ey kardeşlerim, bugüne kadar birlikte yaşadık, acımızı paylaştık, sevinçlerimizde yan yana olduk. Çırağımdan böyle bir şey beklemiyorum. Onunla konuşayım, eğer suçluysa gerekeni yaparım. Ama duymadan, görmeden karar vermeyelim,” dedi. Sesi her zamankinden daha hiddetli çıkmıştı.
Esnaf, bir süre sustu. Ancak Berber Yusuf Bey:
“Biz kadına mı inanalım, sana mı?” diye bağırıyordu. Esnafın bir kısmı da ona destek oluyordu.
Yiğit Ali, üzerine atılan büyük iftiranın ağırlığı altında dükkâna geri döndü. Molla Eyüp Usta onu karşısına oturtup:
“Neler oldu oğlum? Anlat bakalım,” dedi.
Yiğit Ali:
“Usta, çarşıda kadını gördüm, bizim eve gidiyordu. Seslendim ama duymadı. Bir şeylerin yanlış olduğunu fark edip peşinden gittim. Yusuf ağabeyin dükkânına girince bir terslik olduğunu anladım. Kadın beni suçladı, ama ben bir şey yapmadım. Bana inanıyor musun?” dedi ve gözyaşlarına boğuldu.
Molla Eyüp Usta:
“Tabii ki inanıyorum oğlum,” diyerek ona sarıldı.